Hak makām-ı Gayb'dayken bilinemez Gerçek'di;
Tenzîhden de münezzeh, lâfa gelmez Bir Tek'di.
Kenz-î Mahfî denilen bu hâli bilmek muhâl;
Bu varlık düzeyinde Hak her şeyden müteâl1.
Bilinmek murâd edip, yarattı avâlimi,
Habîbi seçerekden, esrârını âlimi.
Taayyünle muttasıf olarakdan ezelde,
Akl-ı Evvel, böylece, zâhir oldu tez elde.
Bu ilk tecellîydi ki Gerçeği Muhammed’in,
Vâhid ismine muzaf sırrındandır Hikmet'in.
O Habîb-i Ekrem'in aşkına, etti sudûr,
Bunca eşyâ ve mânâ. Anla ki Hilkat budur!
Gayb'da bilkuvve mevcûd eşyâ böyle halk oldu;
Bilcümle avâlim de tekmil sûretle doldu.
Sana örnek vereyim, fehmet Hilkat sırrını,
Ve "lâmevcûd eşyâ"nın Amâ'da makarrını.
Kilden bir kitleye hiç nüfûz eder mi nazar?
Oysa bu koca kitle nice sûrete mezar!
Çömlekçinin çömleği daha bulmadan vücûd,
Fehmet ki o, kitlenin hâlâ içinde mevcûd!
Kil kitlesi, gaybında, nice çömleği gizler;
Çömleğin zuhûruysa bir tasavvuru izler.
İşte böyle halk olur bir günde bunca çömlek,
Nasıl halk edilmişse bunca arz, bunca felek.
Çömlekçi de ilmini böyle ederek izhâr,
Bilmeden oluverir Hâlik ismine mazhâr.
Eğer onda bu idrâk olsaydı her an zinde,
Fâsılasız kalırdı Peygamber'in izinde!