Kim ki Tevhîdi Zât'ı bir kere eder idrâk,
Bu avâlim kendine artık olamaz zerrâk1.
"Lâ mevcûde illâ Hû" mazharı olan bir er,
Tevhîd-i Zât'ın dahi Sırrü-s Sır'rına erer.
"Ka'b-ı Kavseyn"de uruc kavsı böyle tam olur;
Mürîd nereye dönse orada Hak'kı bulur.
Tevhîd-i Zât idrâki, bil ki iki türlüdür;
Her türünden füyûzat akmakta güldür güldür.
Birinde kalben tadar Vahdet'in ezvâkını2;
Diğeriyse Mi'râc'dır: şeksiz tanır Hak'kını.
Bu makāmda a'râz da zâtlar da Hak'kın ancak;
Aslen hiç olan mürîd burada Hayy olacak.
Âb-ı Hayât işte bu! Ölümsüz, içen bundan!
Bu makāmdan dönenler artık handân, câvidân.
Ne mutlu, tamâm oldu "Fenâ Mertebeleri"!
"Bekābillâh"a koşar artık Allāh'ın eri.