Uşşâkî – Melâmîlerin "Seyr-i Sülûk-ı Cedîd"i

Kısaca, "evham ile cihad"dır seyr-i sülûk;
Kahrolur, bu cihadda, nefislerdeki mülûk1.

Nefsin ki yedi başlı büyük bir ejderhâdır;
Muharriki, Dünyâ'ya yönelik iştihâdır.

Bu iştihâ her şeyi ta'dil ve tağyir eder;
İhdâs eder evhâmı, umûrunu da heder.

Nefs-i Emmâre
'n sana kötülüğü emreder;
Kelime-i Tevhid'le bunun etkisi biter.

Nefs-i Levvâme
'n seni vehhâm, müvesvis kılar;
Lâfz-ı Celâl zikri de seni tövbeye salar.

Hazmedemezsen eğer "Levvâme"deki cevri,
Tekâmülün duraklar, ve hattâ döner geri.

Nefs-i Emmâren bile, evhâmınla, dirilir;
Zuhur eder hatâlar, "zâhirlik" geri gelir.

Şüphe eder bu derste Mürşid'inden saf mürîd;
Ama bu derstir, ancak, gelecek için berîd.

Bu derste açılmakta sana rûyâ âlemi;
Müş'irdir bu rûyâlar batnındaki gizemi.

Varsa, ortaya çıkar Velâyet yeteneğin;
Bu derste hizmetlerin olmalı "kör deyneği"n.

Nefs-i Mülhimme
'ninse iki vechi bulunur;
Süflîsinden hazer et! Ulvîsi olur pür nûr.

Ulvî ilhâma mazhar olursun ismiyle;
Aşkın ve şevkin artar; bunu iyi fehmeyle!

Hak
ismini çekedur tâ ki lûtfetsin Hannân!
Nefs-i Mutmainne'de bulacaksın itminân.

Nefs-i Râziye
'ye de gelince işin kolay;
Hayy ismi hörmetine füyûzâtı bir alay.

Kayyûm
ism-i şerîfi rûhâni fethe muzaf;
Bir bakarsın, olmuşsun Velâyet'le muvazzaf.

Böylece gelmiş olur Hak'dan büyük atiyye;
Nefsinin bu tavrına derler Nefs-i Marziyye.

Bil ki herkes eremez Velâyete bu derste;
Gene de füyûzâtı saçılır deste deste.

Kahhâr
zikriyle de sen nefsini kahredince,
Nefsin, Velî değilsen, bilâ levn olur önce.

Sonra kemâle erer, tahakkuk eder gâye;
Budur Nefs-i Kâmile, ya da Nefs-i Sâfiyye.

Nefsin yedi tavrı da tamâm olur böylece;
Tümden çözülmüş olur nefis denen bilmece.

Böyle sona ermekte cihâdın nefse karşı;
Yedi semâyı aştın; taleb et artık Arş'ı.

Hâlâ Velî değilsen, bu hâlin hıfzı zordur;
Dikkatli ol, etmesin, yeniden günâh sudûr!

Kahhâr
'dan sonra hemen sırayla olur âmed2:
Vehhâb, Fettâh, Vâhid'le Ahad ve son ders Samed.

"Sepeti var Samed'in" der hep Mürşid-i Kâmil;
Nefsin, idrâk olunmaz, neyi olduğu âmil.

Kalabilir bu derste mürîd, Mürşid'den ırak;
Bâzıları için bu, geri dönülen durak!

Bu makāmda sanki bir cesed olmalı mürîd;
Râbıtası kuvvetli, enâniyyeti cerid.

Mürşid'inin nutkuna tam anlamıyla teslim,
Evhâmından âzâde, aklı ve kalbi selim.

Aksi hâlde Mürşid'den üstün görür kendini,
Âciz kalır idrâkden, nefsinin bu fendini.

Bu derste, Kıtmîr gibi, sâdık olsun mürîdân;
Nazara her ân müştak, her ân teslîm ve handân.

Sohbetidir Mürşid'in, bu makāmda koruyan;
Sırrı dahi "Samed"in bu kabil olur ıyân.

Hafîz Allāh
! İhvânı Sen koru bu dersde de,
Benzesinler, Ehlullāh irşâdıyla, cesede.

Samed
'i de geçeni sayarlar artık reşîd;
Meşâyih-i Rüsûm'dan sayılır böyle mürîd.

Hafî ve cehrî zikri ta'lime izni vardır;
Bu kadarıyla bile kemâlât olur sâdır.

Tarîke göre Esmâ' bâzan "tek", bâzan "iki";
Çoğunda yedi Esmâ' reşîd kılar sâliki;

Kimisinde "oniki", bâzan "yirmi sekizdir";
Bâzısında "otuzbeş", hattâ "kırkiki" denir.

Ammâ icâzet için, genelde, "yedi" kâfî;
Uşşâkîler'de ise "oniki" olur vâfî3.

İsterse yetmişiki Esmâ' çeksin bir derviş,
Velî değilse başlar yeniden vehim, teşviş.

"Levvâme"de büyüyen vehim, vesvese, hayâl
Mâhiyet değiştirir, nefsine olur ıyâl.

Sâlike ilim gerek kurtulmak için bundan;
Mürîdi sohbet, nazar ve ilim kılar handân.

Sonuncu dersten sonra, bunun için, has Mürşid
Merâtib-i Tevhîd'le kılar ihvânı reşîd.

Merâtib-i Tevhîd'e sülûk eden bir sâlik,
O kimseye benzer ki, üç kat libâsa mâlik.

Ef'al, sıfat, zât diye anılır bu libâslar;
Soyundukça bunlardan, gider gönülden paslar.

Sâlik de fakîr olur ve tüm ârâzdan berî;
Diline pelesenktir, artık, "El fakrü fahrî"4.

Üryân5
kalan bu sâlik, İlâhî Rahmet ile
Üç kat telbîs edilir6, bu ahvâl sığmaz dile.

Her libâs izhar eder sâlikden İşleyen'i;
Cesed olsa da köhne, Rûh'udur her ân yeni.

"Fenâ Mertebeleri" zevkan edilir telkîn;
Bekābillah'la sâlik olur Bekā'da sâkin.

"Lâ fâile illallāh"7
Tevhîd-i Ef'aldir, bil!
Bu idrâkle sâlikde ifnâ olunur fiil.

"Lâ mevsûfe illallāh"8
Tevhîd-i Sıfat demek;
Sıfatları ifnâya yönelir bütün emek.

"Lâ mevcûde illâ "9
Tevhîd-i Zât'ın zikri;
Bu makāmda yok olur Zâtullāh'ın tüm mekri.

Merâtib-i Fenâ'da yok olur bütün a'râz;
Sâlik hâdis10 olandan etmiştir artık i'râz11.

Sonunda nisbet eder Hak'ka her şeyi sâlik;
Alelıtlak12 kesrette vahdete olur mâlik.

Cem makāmında mürîd Hak'kın Zât'ıyla mevcûd;
Bu idrâk ile, Hak'ka, Hak ile eder sücûd.

Bu makāmda Hak zâhir, cümle halk bâtın olur;
Nereye dönersen dön, eşyâ mir'âtın olur.

Hazretü-l Cem'de olur garip keşifler vâkıy.
Sâlikse, artık, Hak'kın sıfatlarıyla bâkıy;

Bu makāmda Hak bâtın halksa zâhir olur, bil!
Sıfatı Hak'dan olan, halkın indinde mukbil!

Cemmü-l Cem, "Mâ remeyte, iz remeyte " mazhârı;
Sâlikden işler Hak'kın ef'ali ve âsârı.

Müdrîk olur, böylece, sâlik hüviyyetini;
İktisâb eder, artık, mutlak hürriyyetini.

Keşfedince sırrını zâhirdeki mevcûdun;
Bu, ilmen idrâkidir, bil, Vahdet-i Vücûd'un;

Bekā mertebeleri böylece olur itmâm;
Bekābillâh zevkiyle sâlik de olur tamâm.

Bu bir ilmî kemâldir ki az kimseye nasib;
Hâmilinin hâli de Emrullāh'a münâsib.

"Ma remeyte..." sırrının odur tecellîgâhı,
Ve tevhîd neş'esinin kesretteki tezgâhı.

Fakîrken Ganiyy oldu, meyyit iken de Zinde;
Yürüyen bahtiyârdır böyle Zâtın izinde.

Başlangıçta zâhirdi, bâtınını sır kılıp;
Şimdiyse Bâtın oldu, zâhiriyse bir kalıp.

"Ferdî Hikmet" uyanır bunu yaşayan Er'de;
Hem Kibrît-i Ahmer'dir, hem de şifâ her derde.

Kim ise, Hüviyyeti ârif ve de mümeyyiz,
Mekr-i ilâhî olur bilâ levn, bilâ remiz!

Ayna gibi âşikâr cesim bir eşyâ dahi
Fark edilmez de, onda, akis sanılır sâhi.

Ârifler bile bâzen teşhis edemez O'nu.
Kim nereden bilsin ki Has Velî olduğunu?

Etse Mi'râc tahakkuk, bu sülûkde sâlike,
Gene bir Mürşid gerek, çünkü var bir tehlike.

Mi'râc’ın hazmı dahi Kâmil Mürşid'le olur;
Velî, taşkın cezbeden, bu irşâdla korunur.

Zâhir
'in ve Bâtın'ın ummânlarını hâmil
Hazret-i Hızır gibi olur Mürşid-i Kâmil.

Birbirine karışmaz Kâmil'de bu ummânlar;
Kâmil, bir berzahtır ki bunu Kâmiller anlar.

Avâlimin cümlesi: vehim ve zıll-i hayâl!
Bu idrâk ile bulur tüm bu nesneler zevâl.

Vehm-i a'zam, kendine atfettiğin vücûddur.
Beşer de bu vehimle olmakta Rab'bından dûr.

Seyr-i sülûkla beşer olur vehimden âzâd;
Sırr-ı Hak'kın idrâki kılar feyzini müzâd13.

Uşşâkî-Melâmî'nin seyr-i sülûku zordur
Ammâ evhâmını da yakıp yok eden kordur.

Rab
'bin lûtfu kılınca vehmi hâk ile yeksân,
Seyr-i sülûk sonunda: hür, saîd14 olur İnsân.